18 Eylül 2016 Pazar

Kudretlilik



Hepimiz bazen birilerini öldürme kudretini kendimizde görürüz. Onu yok etmek, cezalandırmak, bir devri bitirmek, patronun kim olduğunu göstermek, gecikmiş adalet duygusu, verdiğin ödünlerin geri alımı, karşıdakinin hastalıklı benliğini parcalayarak yok etme, haz, iktidar, düzen.
Hepimiz kendi benlik ülkemizin iktidarlarıyızdır. Bazı coşkulu ve oransiz verilenleri aynı şiddette geri almak isteriz.
Bazen hayatınızı verirsiniz.
Tüm yaşam enerjiniz, karsidakini tamamlamaya yönelik ödünleriniz, kendilik bilincinden kopup tek taraflı biz oluşunuz; bazen zorla biz oluşturuluşunuz. İstemeden verip veriştirilen tüm tahakkum unsuru  kimliğinize savaş açan tüm yaralayici davranışlar, dış unsurlar tarafından inşa edilen tepkiselliginiz, bu kahrolasi dünyaya en dipten gelişiniz ve evrene karşı ofkeniz.. sizce yanlış şekilde varolusunuzu tüm varoluş üzerinden cezalandirisiniz,
küçük oyunlar üzerinden büyük ödeşmeler;
Katarsis!

Ruhlar dünyası buyuleyicidir, hiç birşey sonsuza dek bastirilamaz. Bu negatif gözüken ama pozitif bir kriter; düpedüz bir sanridir. İstemeden yuzleseceklerimize  bizi mahkum eden hastalıklı ruhları lime lime etmek isteriz.
Yuzlesince ortaya çıkacak olan coşkudur bizi korkutan. "Ben beni toparlayamiyorken beni kim toparlayacak? "
Ama üzülmeyin hastalığın hızlı, ateşli başlaması iyi prognozdur. Coşku potansiyeliniz sizin gecikmiş şansınız olabilir. Ne yanlız ne de yanlışız, zengin ruh dunyamizda bir spekturum üzerinde bir artıya bir eksiye gidip dengeyi arayan "dengeye özlem, deliliğe övgü" bir dünya enerjik ruhuz. Sadece çözülmeyi bekliyoruz.
İnsanın kendinde kudreti görebilmesi de up yapan koca bir motivasyonunun çıkışı. Eyleme geçmenin sınırlarında hissetmedikce problem yok, herkesin aklından en az bir kez geçen, bir dünya insanla yaşamanın kafamıza soktuğu olasılıklar, o kadar.

Ne suçu tasarlayın ne de tasarlamadan işe girisecek kadar kırılma noktasına yakin olun. Tüm olasılıkları düşünün ve tum olasılıklar arasında en iyi olasılık olmadığını görün.
Vicdanınız sizlamiyorsa ve empatik değilseniz, çocuklukta hayvanlara işkence etmeyi seviyor ve geceleri altınıza kaçırıyorsanız, belirli patolojinin nedenselligine hizmet eden bir geçmişiniz, ebeveyninizle bağlanma problemleriniz varsa, duygu durumu ve kaygı durumu problemleriniz,  kaçınmacı kişilik, genelleştirilmiş sosyal fobi, antisosyal kişilik bozukluğu ya da rahatsız edici bir sosyopat/psikopat tanımlarına sahip degilseniz bunlar hepimizin genel yılgınlıklar ve olağan sayıklamaları, derin bir nefes alın.

Sıkşınca en duyulmasını istemeyip de paylasaçağınız, ruhsal sökükleriniz konusunda tek güvenebileceginiz;
yargılamayan, aşamalı ilerleyen, siz hazır olunca yüzlestiren, yanlış işlenen anılarınızı geri çağırıp en doğru şekliyle işleyip yerine koymanıza yardımcı olacak olan, mesleki etikten haberdar psikiyatr ya da psikologlar aralamaniz gereken en güvenli ruhunuz ve sizin bir varolabileceginiz güvenli alanlarinizdir. İyi bir eğitim ve yerlilik belgeleri gozetmeniz gereken diğer önemlilerinizdendir.

Unutmayın, bir astrolog ya da büyücüye de gidilebilinir, ama en son söylenecek olan cümleyi en olmadık ifadeyle tek ve ilk seansta söyleyen ağız sizin tetikleyici unsurunuz, depresyon ve intihara giden yolunuzun ilk taşları olabilir.

Ruhunuzu sevin. İçinizden gelen istekleri yadirgamayin da bir duraksayip nedenselligini düşünün. Her patoloji bir nedene dayanır, durduk yere çocuk peyda olmadığı gibi. Önce nedenler, eylemler. Sonra bütüncül bakış, sökükleriniz..

Fark Yaratan Görüler


Sans nedir? Kadere boyun egme nerde başlar?
Bu koca bencil insan ruhum isteğinin ve kismetinin sınırını nereden bilecek? Ya biraz daha cabalamadigi için kaybedecekse ya da kendimden başka kimseden sorumlu olmayan ben kendim için şansı zorlamadikca nasıl varolup, iyisini isteyeceğim? Tüm istencler kof bir döngü mü ki? Belki de güçlü motivasyonlarin ardındaki güçlü olan nedenleri goremiyoruzdur 'o sonu gelmez "takıntı", "istek" ve "hirs"larini degerlendirirken. Ruhsal kısıtlılık, dünyasal fırsatların kısıtlı farkında oluş, fakir bir iç dünya ve görgü; belki de farkımız budur.

14 Eylül 2016 Çarşamba

Saymak


Hepimiz sayariz. Hayatımızın büyük bir bölümünde zaman geçsin diye, kivam tutsun diye, şarkı yerine, laf olsun torba dolsun, çocuk dursun diye, küçük izahlar yerine geçsin kafada kavramlar olussun diye, yumurta rafadan olsun diye, cesmeden caydanlik dolsun diye beklerken zaman geçsin diye, zaman zaman 10'arli 10'arli bazen 100'erli.

İş saplandiklarimizla örülü bu küçük cehennem nerede başlıyor? Dostumuz olan, daha anasinifinda öğretilen rakamlar nereden sonra dusmanimiz oluveriyor? Cevap şu, keyiften değil mecburiyetten olup zaman geçsin diye zaman gecirten olan, 1 onluk eksik saydim diye uykudan eden, yorgunum diye her günki kaldırım taşına basmadan eve geldiginde kapıdan döndüren olduğu zaman. 

Psikoloji dunyasinda konular obsesyonlar olunca örnekler binlerden fazladır. 
Obsesyonlar, diğer adıyla takıntılar dışarıdan her ne kadar renkli, değişik, sempatik ya da basit görünse de yaşam enerjisinden çalar, ayarlarimizı bozar, bizleri tüketir. Dönem dönem yasanmakla birlikte başka patolojilerin birbirini beslemesi sonucu bir ömür de sürebilir. 
Rahatsız olunduğu ve başa cikilamadigi zaman bir danismana başvurmak en akillicasi ve yaşamsal kalite için tedavi sürecinde en yapıcı adımdır. 

Idealize edilen hayatın az stres ve gülen mutlu yüzler olduğu gelecek tasvirinde eğer kendinizi göremiyorsaniz, bunun geçici bir süreç ve küçük bir algı kapani olduğunu unutmayın. Zor zamanlar geçtikten sonra en uç olarak nitelendirilen özkıyım dusuncelerinin algısını dahi anlamlandirilamayan, saçma olarak nitelendirilen düşüncelere dönüşür, algının akıl almaz evrimi peyda olur; ve ardindan uzaktan bir pencereden bakiliyormus gibi gulumseyip geçilir. Zor zamanlarinizda kendinizden profesyonel yardımı esirgemeyin.

19 Haziran 2016 Pazar

Müdahaleci Çocuklar

Hemen hemen her yerde mudehaleci çocuklar goruyorum. Bu çocuklar o kadar doğal ve kendilerinde hak görerek diğer çocuklarının eylemlerine karışıyor ve onları yonetiyorlar ki insan bu kontrolculuk nereden geliyor diye işini gücünü bir kenara birakip düşünmeden edemiyor. Başkalarının haklarını kısıtlayan ve onları yöneten bu çocuklar oyun alanındaki eylemlerinde serbest, tek özgür figür olup çıkıyorlar. Kıyıdan köşeden eylemlerine devam edip onu da idare eden çocukları ise kendi tek ozgur varlıklarının devami için baskıcı bir şekilde gozetliyor, gözüm üzerinde diyorlar. Hatta ağzından şunlar dökülüyor bizim başrolün; ben kimseyi boş yere uyarmam, ben söyle ben böyle... Bu ben merkezci yaklaşım ne biliyor musunuz?
Evde aynı baskıcı-yonetilen-eylemlerinde serbest birakilmayan-bireylesmesine ket vurulan çocuğun sivrilen eksikliğini dışarıda torpulemesi. Birey olmak biricik bir durum, benliğin doğası özgün olmaya ve kendini keşfetme şansıyla sekillenmek için tasarimlanmis. Eğer çocukları sizin bencil istek ve beklentilerinize hizmet etmediginde, uyum saglamadiginda sevgisizlik ve tepkisellik, genel olaraksa olumsuz tavırlarla cezalandirirsaniz çocuk benliğini sizin tarafınızdan kabul görecek, suni, sahte olarak geliştirir. Bu bir katliyamdir. Benlik gelisiminde self'ine yani kendisi olmasına ket vurulan çocuklar hiç bir zaman tam bir birey olamazlar. Ya da bu yönde sekillendiriliyorlarsa da daha ilk adımlarını kişilik haklarına saygı bilincini tanimayarak atarlar. Çokça gözlem yapmakta ve patolojilerin nasıl basitçe bencillikler sonucu olusabildigini farketmekte fayda var. 

İyi oyunlar 

5 Haziran 2016 Pazar

Iraksanılan Düşüncelerimiz

Yaşamak iraksamaktir. Hiçbir şeyi hiçbir zaman için tam olarak bildiğimiz yoldan halledecek yerden gelmez sorular. Hayat keşfetmek, yaratıcı düşünceler üretmek, her şeyin başı olan hemen hemen her gün yaptigimiz analojilerle suregelir. Bilmek yakinsamaktir. Yakınsak düşünce sizi A'dan B'ye götürür ama tüm bilindik sorulara da aynı sıkıcı cevabı verdirir. Her şeyi bildiğin yoldan halletmek tatsız tutsuz bir düşünceler dünyasını da beraberinde getirir, ezbere yaşatır. İnsan bilindik imgelerle bir ömür karşılaşmayı dilemeyecek kadar yenilik ve zihinsel şölen arayışında bir varlıktır. Yakinsamak konfor, iraksamak keyiftir. Bir sorunun muhakkak ki birden fazla doğru cevabı vardir. Sen önceki oldurulmayan yolları buldukça üretme ile yaşamanın keyfine varirsin. Bazen uzmanlık, her şeyi en doğru ve bilimsel şekli ile, kanunlariyıla bilmek seni dezavantajlı kılar. Her zaman bildiğin yoldan gitmen senin yaratici bilis uzerindeki dusuncesel tasarim saplantilarindir. Belki de devrim niteligindeki buluşları genellikle genç ve daha deneyimsiz kişilerin bulmasi da bu yüzdendir. Çevredeki milyonlarca ilham kaynağını iyi değerlendir, beynine fırsat ver. Analoji yaratıcı süreçlerin sadece başıdır, sen fazlasıyla yetin. 

Çünkü bazen uzaklar yakınlardan daha iyidir...

27 Mayıs 2016 Cuma

Sahte Benlik ve Zorlayıcı Kontrol

Çevremizde bir diğer insanın üzerinden hemen kendine bir sıfat bicen, bireylik değeri olmayan bağımlı kişilikler görüyoruz sürekli. En çok kadınlar düşüyor bu tuzağa. Zaten birey olan kadın konusunda yaralı olan beyinlerimiz, bu basit hatalar ve yatkınlıklar sonucu zaten içten içe bağımlı olmasi istenen kadını, sempatik bir kurnazlikla tekeline aliveriyor. İsin garibi kadınlar da bundan keyif alıyor.


 Benim hayatımda kendimi üzerinden tanimyabilecegim tek kişi kardeşimdir herhalde. Diğer hiç bir en yakın insan varoluş tanımına girecek değer ihtiva etmiyor nezdimde. Gerçek sevicilikte seçici olmak ve ilişkilerde kolay lokma olmamak olarak tanimliyorum ben bunu.

Çevremizde bir diğer insanın üzerinden hemen kendine bir sıfat bicen, bireylik değeri olmayan bağımlı kişilikler görüyoruz sürekli. En çok kadınlar düşüyor bu tuzağa. Zaten birey olan kadın konusunda yaralı olan beyinlerimiz, bu basit hatalar ve yatkınlıklar sonucu zaten içten içe bağımlı olmasi istenen kadını, sempatik bir kurnazlikla tekeline aliveriyor. İsin garibi kadınlar da bundan keyif alıyor. Burada devreye giren cocuklarini sürekli birinin güdümü altında yetiştiren aileler. Kişi ailenin tekelinden, güvenli bölgesinden çıkınca özgür dünyadan, tek başına karar almak ve tek başına sorumluluklarına katlanmaktan korkuyor ve hemen yeni biri üzerinden kendini tanımlıyor. Diğerlerinin üzerinde etkisi azalan tanımlarını da kaldırmıyor ki korktuğu ve daha önce hiç tecrübe etmediği ben olma halinde bir bosluk olup da sakın kendi kendine olma sorumluluğuna girmesin, bir başına kalmasın, yüzleşmesin. İşte böyle böyle bir ömürleri kendi hazırladıkları tahakkum çadırı altında geçiyor. Böyle kişiler hiç bir zaman için gerçek anlamda hayatını yöneten kişiler olmuyor, sadece müsade edilen küçük sapaklarda "göreceli yönlendiren" konumunda yer alıyorlar. Bu ise insanın hayatına ve kendisine yapabileceği en büyük saygisizliktir. Kişinin sorumlulugu kendindedir, bu tip tuzaklara düştüğünde içinden çıkmak da sadece iradesine ait bir görevdir. Yoksa şu bir gerçek ki kimse kimse için ugrasmayacak, kendileri için bile tahakkumden kurtulmak konusunda yeterince ugrasmiyorken kalkıp da seni düştüğün hastalıklı algı cukurundan kurtarmak için elinden tutmayacak değerli birey arkadaşım. Kaldi ki yönetilen insanı kim sevmez. Sen sen ol lutfen bu benlik savaşında oyuna gelme!

***

Tam da bu sabah yazdığım yazı üzerine bu öğlen sosyal medyaya Türk versiyonuyla düşen bir kampanya var
#Belkisanavurmuyor ama...
Konuyu daha geniş çerçeveden kavramak ve psikolojik baski tahakkumunun benliklerimizi eritmesinin nasıl şiddet suçuna girdiğini ve yine şiddetin nasıl masum ve sempatik kılıflarla hayatımızda ufak ufak kendine yer edindiginin kanıtı olur nitelikte. Okuyalım;

Itır Bağdadi, dünyayı sallayan sosyal medya eylemine dikkat çekiyor!



Aşkın gözümü kör ettiği bir dönemde sevdiceğim bana kırmızı giymeyi yasaklamıştı. Olay kırmızı bir montla başlayıp genel olarak al rengi taşıyan her türlü kıyafete kısa bir sürede sıçradı. Kırmızı oje, kırmızı etek, kırmızı bluz, narçiçeği kıvamında kırmızı ruj – bunların hepsi bilirkişi aşkım tarafımdan güzelliğime fazla dikkat çektiği için, beni basit göstereceği için, şimdi mantıksal çerçevesini tam hatırlayamadığım saçma sapan bir sürü sebepten bana yasaklanmıştı. 

Neden kabul ettiğimi inanın ben de hatırlamıyorum ama sanırım Türk filmleriyle büyütülen bir nesilden olmam erkeğin kıskançlığıyla sevgisini nedense doğru orantılı buluyordu o zamanlar. Hikâyenin orta kısmı çok lazım değil ama hikâyenin sonunda ben sevdiceğimden ayrılırken kırmızı montumu giyiyordum. O mont benim tekrar güçlenmemin sembolü haline gelmişti. Belki bana vurmamıştı ama ne giyeceğime karışarak, benim verdiğim kararları sorgulayarak ve kendi isteği doğrultusunda değiştirerek aslında bana fiziksel şiddet uygulamasa da şiddetin en görünmezini, en az konuşulanı ve uzun zamanda en çok zarar verebilecek olan türlerinden birini uygulamıştı. Bana kendi kararlarını verebilecek bir insan muamelesi yapmadığı gibi yerime kendisinin daha iyi kararlar verebileceği bir sistem kurmaya çalışarak tam anlamıyla bir “mülk” sahibi gibi davranmıştı. Onun gözünde, o farkında olmasa bile, o sahip, ben ise maldım. 

Mayıs başından beri İngilizce basında sanatçı/yazar Zahira Kelly tarafından başlatılan #MaybeHeDoesntHitYou hashtagi ile (yani #BelkiSanaVurmuyor) kadınlar fiziksel şiddet dışında yakın partnerleri olan erkeklerin kendilerine uyguladıkları şiddeti paylaşıyorlar. Twitter üzerinden başlayan bu kampanyaya sadece bir kaç hafta içinde 55.000 üzerinde tweet gönderildi. Bu akımı Türkçe olarak da başlatma vakti geldi diye düşündüğüm için sizinle yaşadıklarımı bu tür şiddetin ne kadar yaygın olduğunu gösteren kendi hikayemle yukarda paylaştım.

Boşanma Komisyonunun raporundan sonra kadınlara yönelik fiziksel şiddet dışındaki şiddet türlerinin öneminin azalacağını, hatta arabuluculara havale edilerek, “amaaan kızım erkektir yapar, sen de biraz daha anlayışlı ol, yıkma yuvanı” anlayışıyla mevcut eril iktidar tarafından kadınların şımarıklığı haline getirilmeye çalışılacağını öngörüyorum. Hâlbuki fiziksel şiddet dışındaki şiddet türleri kadınların kendilerine olan güvenini yıkmayı, birey olarak eşitliğini ortadan kaldırmayı ve her gün onların özgüvenini yok ederek erkeğe hem maddi, hem manevi olarak bağımlı hale getirmeyi hedeflemektedir. Boşanma Raporuna karşı tavrımızı ortaya koyarken diğer şiddet türlerini de daha görünür hale getirmemiz bu yüzden son derece önemlidir. 

Zorlayıcı Kontrol (Coercive Control) Nedir...


Yukarda anlattığım gibi mikro hikayelerin çok önemli olduğuna inanıyorum çünkü herhangi birimizin başına gelen sadece bizim başımıza gelmiyordur. Başımıza gelenleri paylaştıkça birbirimizden destek bulup bunun gerçekten şiddet olduğunu anlayabiliriz. Belki sana vurmuyor ama elindeki maaşı alıyor. Belki sana vurmuyor ama insan içinde seni küçük düşüren konuşmalar yapıyor. Belki sana vurmuyor ama çalışmana izin vermiyor. Belki sana vurmuyor ama aileni ziyaret etmeni engelliyor. Bunların hepsi ünlü Amerikalı profesör Evan Stark’ın zorlayıcı kontrol (coercive control) diye adlandırdığı şiddet türü.

Türkiye’ye son yıllarda bir kaç defa gelip çalışmalarını paylaşan Evan Stark’ı kendi üniversitemde ağırlamış olmanın gururunu taşıyorum. Evan eşi Anne Flitcraft ile Amerika’da şiddet görmüş kadınlar için ilk sığınma evlerini kuranlar arasında. Zaman içinde şiddetin şekil değiştirdiğini ve erkeklerin kadınları kontrol etmek için farklı bir şiddet türüne geçiş yaptıklarını gözlemliyor. İlişkide fiziksel şiddet yok, ama kadınlar sanki esir, çünkü korku var. 

Zorlayıcı kontrol dediği şiddeti bir kadın hakları ihlali olarak tanımlayan Evan Stark kadınların deneyimlerinin sadece kanıtlanabilir, fiziksel şiddetle kısıtlı olmadığına dikkat çekiyor. Başkalarına önemsiz gelen olayların aslında biriktiğinde mağdur için zaman için güçsüzleştirici ve özgüven kaybına sebep veren bir durum haline geldiğini tespit ediyor. Fiziksel şiddeti vurgulayan yaklaşımlar aslında kadınların diğer yıpratıcı şiddet türlerinden gördükleri zararları görmezden gelmektedir. Zorlayıcı kontrol fiziksel şiddetten bu yüzden daha zararlıdır çünkü hedefinde kadının kişisel, sosyal, ekonomik ve siyasal hayattan mahrum bırakılması vardır.

Zorlayıcı kontrol fiziksel bütünlüğü bozmaktan öte, korku yaratarak bireyi saygıdan mahrum bırakır ve aşağılar. Genelde bunu yapmak için duygusal soğukluk, mala zarar verme, ısrarlı takip, kadını çevresinden izole etme, zamanının kontrolünü elinden alma, hareketliliğini, iletişimini ve ulaşımını kısıtlama gibi taktikler kullanılır. 

2015 yılında İngiltere Stark’ın zorlayıcı kontrol kavramına dayanarak şiddet yasalarını değiştirdi. Fiziksel kanıt olmasa bile suçlular beş yıla kadar hapis cezasıyla yargılanabiliyor. Biz Boşanma Komisyonunun raporundan sonra fiziksel kanıt aşamasına geri gönderilirken, İngiltere delil olmadan, fiziksel şiddet olmadan zorlayıcı kontrol uyguladığı için suçluları 5 yılla yargılamakta. İngiliz savcılardan biri “sürekli aşağılama, sindirme veya itaat etmeye zorlamanın fiziksel şiddet kadar zararlı olabileceğini, hatta uzun dönemde fiziksel şiddetten daha kalıcı zarar verebileceğini” söyleyerek neden bu suçu işleyenlere hapis cezasını uygun gördüklerini açıkça anlatmış. 

Zorlayıcı kontrolün en önemli unsurları kadının aşağılanması ve güncel hayatının kontrol altına alınmasıdır. Bu tür davranışlarla kadının özgür hareket alanı kısıtlanır, görüştüğü aile veya arkadaşları uzaklaştırılarak da destek veren çevresi yok edilir. Bütün bu davranışların sonunda mağdur partnerine tamamen bağımlı hale gelir. Fiziksel şiddetin belki de veremediği zararı zorlayıcı kontrol bu şekilde sağlar. 

Bu şiddetin kapsamını daha net anlamanız için yabancı basından #MaybeHeDoesntHitYou altında paylaşılan tweetlerden bazılarını sizler için Türkçe’ye çevirdim: 

#BelkiSanaVurmuyor ama onun çocuklarını doğurduktan sonra göbeğine laf edip senden 15 yaş küçük birini bulmadan kilo vermeni söylüyor

#BelkiSanaVurmuyor ama saçını ondan “izinsiz” kestin diye evi birbirine katıyor

#BelkiSanaVurmuyor ama onsuz eğlenmeye dışarı çıkmanı yasaklıyor ve ne zaman bir şey yapmak istersen onunla kavga etmek zorunda bırakıyor

#BelkiSanaVurmuyor ama herhangi bir şey yapmadan önce onun iznini alman gerekiyor

#BelkiSanaVurmuyor ama kariyerinde ilerlediğinde kendini kötü hissettiriyor

#BelkiSanaVurmuyor ama eve beş parasız, dünyaya kızgın bir şekilde gelip seni aşağılayarak kötü durumundan seni sorumlu tutuyor

#BelkiSanaVurmuyor ama bir gün belki vuracak... 

#BelkiSanaVurmuyor diye bir kampanyayı biz başlatırsak ne değişir ki demeyin. Belki de bu yazıyı okuyana kadar bir erkeğin kendisine kırmızı renkte kıyafetleri yasaklamasının şiddet olduğunu bilmeyenler vardı. Benzer durumda olan pek çok kadın için yalnız olmadığını, bizim de benzer durumlardan geçtiğimizi ve bunun da kadına yönelik bir şiddet türü olduğunu ne kadar yaygınlaştırırsak kadınları tekrar güçlendirmeye ve bu şiddet yüzünden kaybettikleri özgüveni tekrar sağlamaya çalışabiliriz. Hareketimizi, maaşımızı, günlük yaşantımızı ve verebileceğimiz tüm özgür kararları kontrol eden bir erkeğin de bizi sevdiği için değil bizim özgüvenimizi yok etmek için böyle davrandığını, bunun kültürel bir yaklaşım değil bir şiddet türü olduğunu da açıkça belirtmiş oluruz. Sizleri de kendi hikayelerinizi paylaşmaya davet ediyorum. “Ben bilmem beyim bilir” kadar şiddet içeren ve kadının özgür kişiliğini katleden bir ifade var mıdır? 

Itır Bağdadi, İzmir Ekonomi Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi

22 Mayıs 2016 Pazar

Nurtepe



Eger buralarda yeniyseniz gideceğiniz adresi duvar yazılarından bulacağınız yer.

Buraya yılın yarısında otobüs girmez (atıyor). Her yıl bir kere otobüs yakıldı haberini duyarsınız oradan buradan ya, o yüzden minibüscu abilerimize burda saygi sonsuzdur, kendileri de kornayla destek verirler mevzu neyse. Eylem varsa o janti istiflerini hic bozmadan ve muhtemelen sığar miyim da demeden delikanlı delikanli dalarlar ara sokağa. Siz de kutu kutu camlardan havadaki fisekleri izlersiniz, önünüzde set olan tomalara bakar, hayirlisiyla bir eve varayim da der, akşam eve varmadan önceki ilk ve son duanizi oracıkta evrene birakiverirsiniz.

Pazarında bile bireysel eylemler hemen yüzünüze çarpar. Hiç gocunmaz çekinmez musteri kaybeder miyim diye neyi destekliyorsa söylerler pazarci esnaf. Oylar HDP' ye, mandalina 3 lira diyen abinin  kendinden eminligini de başka hiç bir pazar muadili ortamda gormemistim. Millet paranın kölesi değil belli ki paraya araç gözüyle bakıyor, işte bi cogumuzda eksik olan, takdir edilesi yan.
Fırın açan insanın kapılara onlu arkali bi sayfa ekmek ve halkı anlatan, sosyal bir amaç için açtığı fırını, firinci da adam gibi adam. Halk'in halk ekmekle sınırlı kalmadığı, Halk Eczanesi, Halk Market'i.
İlk geldiğinizde atmosferini bir kaç  km öteden alacağınız dokusu, ilk geldiğimde korktuğum abilerimiz. Gece görünce güven veren bıyıklı solcu gençlik ve mahalle ahlakı. Ve özellikle bana hiç laf atilmayan yer. Bu konularda tutucu ve ortalama ahlaki olan, taksici Kadir'in bile bi sıkıntı olursa haber ver, bu mahallenin cocuguyuz dediği sosyal bir düzen.
Geceleri sokakları karanlık, lambaları kırılmış mağdur semt ayrıca, çöp konteyneri da hemen hemen bulamazsınız. Çöp bir dert. Çöp arabasi gelmeden ayakkabıları giyip hemen önce atmali sorumluluklar, herkes eşofmanlı, görev ciddi.
Ama nurtepe değişiyor. Sermaye yavaş yavaş içe doğru sokuluyor ve normal dışı bu sosyal dokuyu da uzun vadede kölesi yapacak gibi. Metrosu gelen, her mahallesinden inşaat ve is makineleri fışkıran, evlerin 3 katına katlandığı Nurtepe.

Özleyecegiz reyiz!
Biraz varoştun ama güzeldin be..

İnsan

Hayvanlara aşığım, insanlara değil.
Zavallı insanoğlu, varolarak aklını çalacak o kadar çok uyarıcı ve kocaman bir zaaf'la başını baştan derde soktu. Yavaş yavaş tüm dengeleri yiktikca, tüm değerleri oguttukce, ahlakını  kolayciliga ve keyfe pazarladikca doğaustu bir varlik oldu ve asıl düzenden apayrı bir parça oldu çıktı. Şimdi onu konumlandiramiyoruz, nereye ne kaba koysam tasacak; katagorisiz seçmesiz vazgecilmeyen. Her şeyin yokluğu alternatif olan ama bir tek kendi yokluğu alternatif olmayan, benmerkezci yaratık. Hipnotik toplumun parçası, aile ferdi ailesiz feydiyetci varlık. Özgür ve çoğu zaman vicdansız, en yırtıcı yıkıcı varlık.

17 Nisan 2016 Pazar

Beyin bedava mı?


Öncelikle belirtelim beyin bedava. Ama sağlıklı bir beyne sahipseniz çoğu kişiden şanslısınız demektir.


1957 Finlandiya'da grip salgını ya da Hitler'in kuşattığı Amsterdam'da Hollandalılar'ın meşhur aç kışında anneniz size hamile kalsaydı muhtemelen mevcut oldugunuz bugunun toplumunda 2 katı daha fazla şizofreni riski olacak, belki bu riskin talihsizlerinden biri de siz olacaktınız. Ama bu risk için illa ki ahım şahım bir tarihsel olaya gerek yok, annenizle RH türünüz uyuşmuyorsa da siz risk grubu olarak 2 kat daha avantajsizsiniz demektir. Nitekim ünlü şizofreni arastirmacilarindan Hollister'in kız kardeşi de annesiyle RH uyuşmazlığı tasiyan bir şizofrendi.

Bazen çevresel etkenler de en az kalıtsal etkenler kadar iradenin dışında gelişir. Annenin hamilelik sırasında grip olması ya da beslenme yetersizliği taşıması ya da kan degerindeki RH uyuşmazlığı talihsizliği.

Bunlara doğum sırasındaki komplikasyonlar, kordon dolanması, uzun süreli doğum sancısı ya da ters doğum, çocuğun doğduğu sırada baba yaşının ileri olması gibi ilginç durumlar da eklenebilir.

Araştırmalara göre tüm bunlar gelişimin kritik evrelerindeki fetüsün beyninde olusan hasarların bir kaç ön koşulu. Şüphesiz tüm bunları yaşayanlar birer şizofren olarak çıkmaz, sadece bizlerden daha güçlü birer şizofren adayidirlar.

Bu yazıyı yazarken yararlandığım kitap şu soruyu soruyor; "Peki ama annenin grip olmasi çocuğun yirmi ya da otuz yıl sonra şizofren olmasına nasıl zemin hazırlayabiliyor?"

Olasiliklardan biri virüse karşı üretilen antikorların plasentayi geçmesi ve bir şekilde fetüsün nörolojik gelişimine zarar vermesidir. (Waddington ve diğerleri, 1999)

Annenin bağışıklık sisteminin fetüsün gelişmekte olan beyninde hasar yaratması da denebilir.

O kadar da bedava olmayan sağlıklı beyin  görüldüğü gibi doğum öncesi riskler ve atalarımızın devamı genetigimizle o kadar da kolay ulaşılabilir değil. Bu bir şans işi.

Genler ise tek başlarına hiçbir zaman için bu tip hastalıklarda etken değil. Aksi halde birinci dereceden aile üyelerinde ya da akrabalarinda şizofreni olanlarda risk oranı diye birşey olmaz, oran %100'e ulaşırdı fakat bu oran % 10'larda. Yine de bu bizi gen paylaşımı düzeyi ya da kan bağı ile şizofreni riski arasındaki güçlü bağlantıyı gözardı etme gafletine düşürmesin.

Gen faktörü iki şekilde değerlendirilmeli; ilk olarak Genler çevredeki değişikliklere tepki olarak açılıp kapanabilir. Bu yüzden tek yumurta ikizlerindeki evlatlık verme çalışmalarında İkizlerden biri ilerleyen yaşlarda hastalık semptomları sergilemeye başlarken diğerinde herhangi bir anormal durum ömür boyu gozlemlenememektedir. İkinci olarak da genetik risk insanları çevrenin etkilerine karşı daha savunmasız kılıyor olabilir.

Okuma önerisi: genain dördüzleri

Sizofreni ile ilgili ilgi çekici bir araştırma editi ile günlük yaşamıma dönmeden önce "gelişimsel işaretlerini" bonus olarak eklemek istiyorum. Benim baya ilgimi çeken bu araştırma şu ki 1994'te Walker ve diğerleri "ileride şizofreni olan" çocukların video kayıtlarına ailelerinden ulaştılar ve kör puanlama ile hasta olan çocuk ve sağlıklı diğer kardeşlerini araştırmacılara puanlandirdilar. Araştırma sonucunda ileride şizofren olan çocuklarla sağlıklı olan çocuklar arasında yüz ifadelerinde ve motor yeterliliklerinde gözle görülür farklılıklar olduğunu saptadilar. 2 yaşındayken bile bu çocuklarda sağlıklı kardeşlere oranla daha fazla sıradışı el hareketi ve olumsuz yüz ifadesi keşfedildi. Ayrıca gecikmiş konuşma da diğer bir keşfedilen veridir.

Bununla birlikte şizofreni en çok geç ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerinde ortaya çıkıyor.

Şizofreni ise pek çok alt tipe sahip, bunlar;

Paranoid tip

Katatonik tip

Dağınık tip

Rezidüel tip

Farklilasmamis şizofreni (çöp sepeti kategori)

Diğer sizofreni harici ender gorulen psikotik bozukluklar ise;

Sizoaffektif bozukluk (en az 2 hafta)

Sizofreniform bozukluk (1 ile 6 ay arası)

Sanrılı bozukluk (en az 1 ay)

Kısa süreli psikotik bozukluk (1 gün ile 1 ay arası)

Paylaşılmış  psikotik bozukluk

11 Nisan 2016 Pazartesi

Bom!


N'aptim tabi, ara sokağa daldım. Aynı sokağa dalan iki yabancı olarak "Umarım karşılaşmayız" temennisiyle.


***

Küçükken her küçük eylemimizde heyecan, gerilim, beklenti yaşatan oyuncuk.

3 gündür bom oynuyoruz. 1 gün arayla önce 200 mêtre uzagimizda bir akşam izzetpasa'da, sonra da bugün, daha henüz yeni, birinci dereceden tanıdik bir sahsin 100 m yakınında, Astoria'nin oralarda. Bizden sadece 100 metre daha talihsiz. Realize edemedigimiz gerçeklik gittikçe yaklaşıyor gibi.

Kah polisiyenin kurulus yıldönümünde kah kendi kuruluş yıldönümünde bir düğün magandaligidir gidiyor; işte karşınızda bomba patlatan kafası karisik kötü karakter PKK, beyin terk, ben de iptal.

İlla bir doğum günü kutlanilaksa benim geçmiş doğum günüm bunun icin biciis kaftan, kendi aralarında küçük bir kutlama yapabilirler, gerçekten. Yok polisiyeymis, yok pkk'nin kurulusuymus böyle özel günleri beklemeye gerek yok diye düşünüyorum.

Şunun surasinda zaten biz bizeyiz, Enlem düzeyde sepet sallasan ekmek koyacağız, o derece; aramızdaki mesafeler bir uzaktan kumanda yakınlığında. Onlar düğmeye basıyor biz uçuşuyoruz. Dünya instagraminda küçük komik bir videonun habersiz kahramanları. Iste bu milletce talihsizlik seviyemiz. Caps yapılmaya musait bir günlük rutinin içindeyiz.

Şu mübarek sınav dönemi ders notu dolu tombul çanta taşırken, ders çalışmak için kütüphaneye gitsem mi diye düşünürken bile 2 kez düşündüren durumlar. Durakta beklemeyip otobüslerin üzerine de paraşütle atlariz artık. Cozumcul olmak gereken zamanlar.

Ama hala ciddi ciddi korktum mu, hayır. Sadece biraz heyecan yaptım. Kitlenin psikolojisi ve atmosferdeki enerjiye bakan masumcuk, bilinçsiz kalabalığın arasında bir bilincsiz küçük zavallıcık daha, inşaat seyreden dayilarimiz gibi. İnsan bir anda kendini eylem yoksunu, sadece bakarken buluyor. 1 dakika falan tabi, zamanın hızlı aktığı vakitler. Öyle ki 1 dakikayla yüzlerce insan kurtulur.

N'aptim tabi, ara sokağa daldım. Aynı sokağa dalan iki yabancı olarak "Umarım karşılaşmayız" temennisiyle.

10 Nisan 2016 Pazar

Bir Uzay Güncesi; Din Psikoloğu Romantizmi


 

 yok böyle birşey
aslında var

Temel bilim egitimini alıp üzerine yüksek lisans yapar, insanlara psikolog olarak o alanda hizmet verir bu bizlik birsey değil, kimse karışmaz fakat su an zannetmiyorum o kadroyu karşılayabilecek din alanında yüksek lisanslı kadro var ve atanıyor. O zaman psikolog değil başka vasıflara atayacaklar. Bu basit ayrimin yapılamamasi beni rahatsız ediyor. Psikoloji ruh sağlığı ve patoloji teshisiyle bilimsel olarak ilgileniyor ve hizmet veriyor. Temel Eğitimi almadan, genel bilgisine sahip olmadan ne üzerine temellendirip psikolog sıfatıyla terapi uygulayacak. Psikoloji romantizmi yapılacak bir alan değil. Dedigim gibi böyle bir hizmet ihtiyacı varsa başka bir vasıfla atayacak, toplumsal alanda yaygın hizmet verecek bilgisiz ve yetersiz kesim üzerinden itibarimizi sarsmayacaklar. Toplumdaki algımız bu yaygın kesim tarafından verdigi hizmet olarak olumsuz olarak degisirilecekse bu en çok bizi etkiler. Tepkimiz ve dustugumuz durum gerçekten tarifsiz.

7 Nisan 2016 Perşembe

Böbreksel mevzular

 

Şimdiye kadar hiç agrimadiklari için böbreklerimin varlığının ayirdina yeni variyorum fakat küçük ponciklerime dair duygularım tarifsiz. İçimde küçük iki iç organim, hem de fasulye şeklinde, sıcak, minik, hasta; çıkarıp öpüp yerine koyasim var, yerim ya, böbreklerimi sevorum :)
Hasta oluşumun getirisi, minik böbreklerime karşı sevgi kazanimimdir, duygularım yogun olunca paylaşmak istedim; kendimi ve tüm minik organlarimi çok seviyorum, şimdiye kadar bu kucuk varlıkların farkına varmayisimaysa bir hayli saskinim. I böbrek kurumu. Tek kötü yanıysa bir hafta okula gitmemek oldu, ne kadar kötü denilebilirse artık :)

2 Nisan 2016 Cumartesi

Hükümdarlar Dünyası

 Herkesin en doğruyu bildiği benci hukumdarlar dünyasında ezan bile ben tanrıyım diye okunur, güne dünyaya ne katabilirim diye değil bugun ne alabilirim diye başlanır. Gizli narsistler her gün bir toplumsal rol üzerinden kendi gururlarini oksatirken, bikilmayan bir istikrarla karşıdakine rolü benimsetilir. Asıl amaç üzüm yemek değil bagciyi dövüp kendi üstün varlığı üzerinden yukselmek olan bu bencil ruhlar akşam olup da yastığa kafayı koydugunda oh be, bugün de güçlüyüm, bugün de varım der. Kendileri için başka bir varolma biçimi tanımlanmamış ezbere benlikler kah bir kadına koca kah bir kiracı ya ev sahibi kah bir öğrenciye bölüm başkanı olurlar, sıfatlar cesitlense de yalın amaç ve kisiye birer hizmetçi olan davranışlar özde aynidirlar. Zavallı barışçıl insanlar "onu da öyle kabul edeceğiz" "buna da şükür özünde iyi insandır" "başımızda durduğunu şükür allah yokluğunu gostermesin" derlerken kanaatkarliklarinda bogulur, ömür boyu duygusal ve fiziksel istismarcilarina çoktan teslim olurlar. Hayatta herkes savasci ya da hukmedecek enerjiyi bulabilecek değildir kabul, motivasyon kaynakları çeşitlidir fakat kendi kendinin topuguna sıkan sosyal narsistlere, duygu ve ikili bağ tecavuzculerine ilişkilerde dur dememek ve sabır sizi kendi kendinizin katili yapar. İntihar büyük bir gunahtir, özkıyım başka ellerin bogaziniza yapismasina gönüllülük esasıyla müsade etmenizle yavaş yavaş başlar. Günahkar egoistler için sorun yoktur, çünkü onlar ölmezler. Onlar için tekrar varolabilecek bir şans vardır, kendilerine tanıdıkları kredi ve fırsatlar, harcatmadiklari yaşam enerjileriyle sizin yaşam olumunuz gerceklestikten sonra da devam eder. Sukurcu ruhlar ise son bir varolabilecek enerji kalmayana kadar, cekirdeklerine kadar harcatirlar kendilerini ve kimsenin duymayacagi kısık sesli pismanliklariyla son nefeslerini verirler. Ölürken bile egolarini oksadiklari  tüm bu olacaklardan habersiz tanistiklari aslinda kendilerine insan degil köle arayan tek kişilik duygu somurgelerine artık anlamsız ve siliklesen beyhude bir ömürle. Kimse kimsenin önüne benliğini Sermez kilim diye. Ancak ezbere hayatlar ve gelenekci sukurperestler daha az sorun icin kayıtsız kabulculukleriyle asla tam anlamiyla memnun edemeyeceklerinden habersiz oldukları iskencecilerine bir dilim huzur keki ve cay icilen akşamüstü ozlemiyle tüm hayatlarını pervane ederler. Ama asla memnun edemezler. Teşekkür ettiremezler. Kendileri için kendileri dahi yapacak olsa ona sundukları binlerce eylemin onda birini yapmalarina izinde gönüllü edemezler. Çünkü onlar izin ve rizayla çalışan sonsuz zamanlı sermayeleri hayatlari memurlardir. Sermayelerini asla istedikleri gibi degerlendiremeyen secmesiz sinavla, bir evetle, küçük kuru bir mevkiyle, binbir tesekkurle, guya gonullu, kaniksatilan hizmetle.

  Tum bu pismanliklara, her şey bitti denilen, tüm kendine krediler harcatilan, kendinden dahi harcatilan, anlasilmayan, gözden bir damla getirten, seni harcayıp giden sonraysa cekip giden bu ayaklı pismanliklara çözüm mü? Çözüm kendilik bilinci. Hayattan öğrenilen kıymetli bir kaç tecrübe, birkaç avuç ah, daha çok lanet, ısrar, istismarcilik. Öğrendiğim daha en başında iki yol sunmak, ya sinirini bilirsin  ya defolup gidersin demek, kişisel alanlarimiz, kendi ülkemiz, şahsi cumhuriyetlerimiz. Kendini dusunmeyeni şüphesiz bilinmeli ki kimse düşünmüyor. Hayatta birçok sorumluluk var ama en çoğu kendine. Kendine karşı sorumluluğunu yerine getirmeyip sen kendini senin yaşam enerjinin istismarcilarindan korumazsan takım elbiseli, iyi giyimli, guya her biri dünyanın en yol yordam bilen kan emicilerinin ülkesinde, bu zombi savaşında kaybetmeye mahkumsun. Ya ağlayarak Öleceksin ya kendi sınırlarında onurlu, Hür. Belki biraz yanlız, biraz tahammülsüz.. ama insan ve ic okumalarıni iyi yapmış, ev odevin tam, buram buram kendilik savaşında başarılı. Belki biraz da ağzı bozuk...

31 Mart 2016 Perşembe

Yokvicdanlılık

 





İnsan, gerçek bir insan olunca şunu düşünüyor "O görevi tasiyamayacaklar niye o mevkiiyi talep ediyorlar?"

Ben üniversite tercihi yapacağım zaman hukuk yazmak isteyip, olur da meslekte ilerler, bir kişiye karşı dahi gaflete düşüp adaletsiz bir karar alirsam diye, bu riske açık meslegi aylarca tercih listesine yazip yazmamayi düşündüm, "hesabını nasıl veririm, olası bir durumda kendi suratima aynada nasıl bakarim" diye o küçük aklımla düşünüp, ölçüp tartarak.

Kalpler böyleyken gerek bakani gerek hakimi; napip edip tecavuzcuyu, haini, katili aklayip, göz ardı edip, yok saymayı basarabiliyor "aklım almiyor". Tırnak içindeki sözcük öbeğinin daha ötesi varsa, işte ondan. Bu insanlik tutulmasina kelimeler yetmiyor.

Ensar Vakfı denilen olusumsa bakanın bir kerelik, birkaç diye niteledigi o "küçük" olayda "bir avuç" masum candan yana tavır almayıp, koruyamayip, senelerce görmezden gelme gafletiyle zaten kendi kendinin feshini yapmış, ipini çekmiş. Aile ve Değerler kavramına tepki olarak dünyaya geldigini ilan eden Bakan ise boşuna debelenip kendini de aynı çukura çeken nihayetsiz bir çabanın içine girmiş, kendisine yazık etmiş. Bir pisliği örtbas edeceğim derken bir pisliği daha -kendini- gün yüzüne çıkartmış; tekrar nerede yaşadığımızı sorgulatmış.

Hayattan 3-5 keyif alıyorsak onları da bu minibeyin yokvicdanlilar çalıyor fakat kendi suratlarına aynada nasıl bakabiliyorlar o da ayrı bir düşünme sorusu.



 

Bireysel Küçük Bir Lanet



Bir "Dünya" plan ve biz zavallı halklar, amaç kaos, psikolojisi bozulan bizler ve depresif günler. İnadına yaratilmaya çalışılan kitlesel hastalıklı algıya düşmeyecegiz, algılara yönelik dezanformasyon ve manupulelere cevaben "bu siktirin gidin be kardeşim, bizi bize bırakın" diyoruz. Küfrü içinizden de edebilirsiniz ama lanetlerimiz dışarıdan!

Dünya Atlası





Şakacı ve espirili biri misiniz? Dünya atlasının üzerine yemin ederim ki o halde sizi geyik çiftliğime bekliyorum, haberler iyi.